Uncategorized

Kişiler Arası İlişkiler ve Sullivan’ın Psikiyatri Kuramı

Yazar: Bedia Yaren MUTLU
Bir kış çocuğu olan Sullivan, 1892’nin şubat ayında, Amerika’nın New York eyaletinde hayata gözlerini açarken, yine bir kış ayında toplantı için gittiği Paris’te felç geçirerek vefat etmiştir. Kendisini kısa ve öz tanımlamak gerekirse yaşamı boyunca, psikiyatri alanına büyük emekler vererek, kendi meslektaşları gibi ilerideki meslektaşlarına ve öğrencilere ışık tutan, Neo-Freudian bir psikiyatri uzmanıdır. İrlandalı yoksul bir ailenin tek çocuğu olan Sullivan, kırsal bir alanda izole bir şekilde büyümüştür. Çevre ilişkilerinden izole olarak yaşamı idame ettirmek Sullivan’ın ortaya bir kuram koymasında büyük etkendir. Ne de olsa yaşamımız bizlerin eylemlerini şekillendirmez mi? Nitekim Sullivan da bize somut bir örnektir. Kuramcımız okul hayatında da kendisini adeta sınıfta bir yabancı gibi hissettiğinden, kimseyle yakınlık kuramamış. Uzun yıllar ilk ve tek arkadaşı komşu çiftliklerinden olan bir ailenin çocuğu olan Bellinger ile 8,5 yaşında tanışmıştır. Üniversiteye girdiği ilk yıllarını sancılı geçiren Sullivan bütün olumsuzluklara bir nefes molası vererek pes etmemiş ve kendisi 1911’de Chicago Tıp ve Cerrahi Koleji’ne girerek, 1917’de doktorasını almıştır. Psikoloji alanına katmış olduğu yeni kavram ve tanımları ise 1921’de ünlü psikiyatri uzmanı William Alanson White’ın yanında, Washington DC’deki St. Elizabeth Hastanesi’nde nöropsikiyatrist olarak çalışmaya başlamasıyla geliştirdiğini söylemeliyim. Ünlü kuramcımız yaptığı çalışmalarla yetinmeyerek kişiler arası ilişkiler ve yalnızlığın ruh sağlığı üzerindeki etkisine yönelmiş ve işte biraz sonra açıklamaya çalışacağımız “Kişiler Arası İlişkiler Kuramını” ortaya koymuştur.
Siz nedir bu kuram demeden ben anlatmaya başlayayım. İnsan var olduğu sürece elbette kişilik, sosyal çevrenin etkisinin altında olacaktır. Çünkü kuramcımızın da belirttiği gibi kişilik, sosyal bir çevre beraberinde gelişim göstermektedir. Buradan yola çıktığımızda kişilerin arasında oluşan sıkıntılı iletişimin, ruh sağlığı bozukluklarını beraberinde getirdiğini söylebilirim. Kişiliğin bu varsayımsal yapısı bizi insan ilişkilerinin bir ürünü olduğuna götürür. Yaşadığımız çağ geliştikçe iletişim türlerinde de farklılık olmaktadır. Bazen telefon, bazen internet, bazen mesajlaşma ile gerçekleşen iletişimlerin yanı sıra Sullivan kurulan bu ilişkilerin her zaman somut olmayarak düşsel bir ilişki şeklinde de olabileceğine değinmektedir. Hemen, kendini toplumdan soyutlamış psikotik bir bireyin ya da tercihen yalnız yaşayan bireyin kişilikten yoksun olduğu sonuca varmayın. Zaten varamazsınız. Neden mi? Çünkü ruh sağlığı bozuk olduğu düşünülen bir bireydeki belirtiler, ruhsal açıdan sağlıklı olan bireyde de az da olsa bulunmaktadır. Bu bilgi ile şimdi de “Ne yani bende de olabilir mi?” sorusu aklınızı kurcalamaya başlayabilir. Fakat burada değinilmek istenilen tek bir mesaj var. O da bize farklılıklar içindeki benzerliklere birer atıfta bulunmaktır. Kuramcımız Sullivan ‘da insanların benzerliklerinin farklılıklarından daha çok olduğunu düşünerek insanı “tek tür canlı” olarak belirtmiştir.
Sıradan bir yapı olmayan kişilik enerji sistemine sahiptir. Farkında olmadan halk arasında yeni tanıştığımız biriyle aramızdaki iletişimi enerjimiz uyuştu/uyuşmadı olarak tanımlarız. Bu neden böyledir? Sullivan için bu gerilimler ve enerji dönüşümleri sayesinde böyledir. İnsan için ideal olan fizyolojik ve psikolojik ihtiyacın karşılandığı iki noktanın dengede olduğu mutlak öfori halidir. Tabii her sahnenin bir de arka tarafı vardır. Bu sebeple Sullivan insanın dengede olmadığı, yoğun dehşet duygusunu yaşadığı noktaya ise mutlak gerilim adını verir. Gerilimin beslendiği iki nokta vardır. Kaygı ve ihtiyaçlar. Bir düşünelim mi en son ne zaman ve neyden ötürü kaygı yaşadık? Çünkü günlük hayatta kaygı bize çevremizden çok fazla aşılanır. Kaygılı olmamız bizlerin çevredeki olumsuz uyarıcılarla depreşip, doyum sağlayıcı ilişkiler kurmamızı engelleyebilir. Sullivan temelini anne-çocuk ilişkisine dayandırır. Örneğin; anneler çocuklarının bakımı ve geçirdiği ebeveynlik süreci içerisinde bir miktar kaygı yaşadıklarından tüm çocuklar bir derece kaygılı olacaktır. Bu örnek ile Sullivan’ın kaygının çocuğa empati yolu ile geçtiği düşüncesine sahip olduğunu söylemek isterim. Anne-çocuk ilişkisine Sullivan bakış açısıyla okuduğumuzda daha sonradan bireyin kendine karşı geliştirdiği olumlu veyahut olumsuz benliklerin de bir noktada oraya temas ettiğini görmemizi sağlar. Değinmemiz gereken hususlardan bir diğeri de ihtiyaçlardır. Biyolojik olarak nitelendirdiğimiz açlık, susuzluk ve dolaylı olarak uykusuzluk gibi ihtiyaçlar birey için yeterli miktarda ise mutlak öfori hali sağlanabilmektedir. Ancak kişi ve çevre arasında oluşan sorunlu ilişkinin gerilime yol açması durumunda kişinin öfori düzeyinde bir düşüş gözlemlenebilmektedir. Günlük hayatta yaşadığımız veyahut tanık olduğumuz birçok eylemlerde bu pek tabii görülmektedir. Örneğin; Uzun süre yemek yememiş ve insülin direnci yüksek bir bireyin etrafına öfkeli davranışlar sergilemesi, yeterli doyum oranını karşılamadığı için mutluk gerilime evirilmiş olmasındandır. Şefkat! kişiler arası ihtiyacın temeli ise şefkatten geçmektedir. Empati yapmanın önemi nedir? Peki bize bir faydası var mı? Elbette. Empati bizlere kişiler arası ihtiyaçlarımızı gidermekte yardımcı olur. Sokakta gördüğümüz yardıma muhtaç bir insana içimizdeki şefkat duygusu ile yaklaşarak yardım ettiğimizde iyi bir ilişki kurmuş olurken, ilişkimizde partnerimize gösterdiğimiz şefkat ve özen tek taraflı kaldığında ortaya çıkan çatışmalar kişiler arası sorunlu bir ilişki kurmuş oluruz.
Sonuç olarak geçirdiğimiz her büyüme evresinde ilişkiler bakımından farklılıklar gösteririz. Doğum ile başlayan bu süreç bebeklikte anne şefkati ile temellendirilir. Çocukluk döneminde ebeveynler ile konuşma ve öğrenme adına ilişki kurulur. İlk gençlik sırasında akran ve hemcinsler ile rekabet, uyum, iş birliği gibi çevresel gelişim sürecine girilir. Erken ergenlik ile karşı cinse duyulan ilgi ve cinsel dürtü oluşmaya başlar. Geç ergenlik ile mesleki konulara da yönelerek cinsel ilişki ile denge kurmaya başlanılır. Yetişkinlik ile sonlanan bu yapıyı ‘kişilik gelişimi’ olarak adlandırabiliriz. Bir bina gibi yapılarla donatılan kişilik için ortaya çıkan sorunların çözümü, bizi her zaman onların bağlı olduğu ilişkilere götürecektir. Ne de olsa Sullivan’ın da dediği gibi “Kişilik, sosyal bir çevre ilişkisi ile gelişim göstermektedir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir